Kışın, karlar altında Abant’a yaptığımız yolculuk çok gerilerde kaldı. Haziran ayının, yaz mevsiminin güzellikleri Abant’a ayrı bir hava katmış.
İstanbul’dan 3,5 saatlik bir yolculukla
öğlen Abant’a varıyoruz. Hava çok sıcak, 30 derecelerde, serinlik ancak gölgelerde.
Bu sefer başka bir Abant var karşımda, kışın
kimi yerde insan boyuna ulaşan, kardan fark edemediğim bölgeleri keşfediyorum.
Bu ahşap yol sanki Uzakdoğu filmlerinden fırlamış gibi |
Önce kışın üzerinde bol bol fotoğraf çektirdiğimiz kartpostallara konu olan göl kafedeyiz. Kafenin hemen altından donmuş göl üzerinde yürüyüş yapmıştık.
Sıcak havada ancak gölgede oturabiliyoruz.
Manzara muhteşem, gölün kenarında çiçekleri kalmamış nilüfer çanakları var.
Çiçeksiz bile suyun üzerinde çok güzeller.
Bu arada bahçede kocaman bir Saint Bernard
bize bakıyor. Yanına yaklaşınca kendini çimenlere bırakıyor, adeta sıcaktan
bayılıyor.
Arkadaşlar onu sevmeye koşuyor ben de
fırsattan yararlanıp onu fotoğraflıyorum. Tam da bu sırada başını kaldırıyor ve
havlıyor. Hepimiz çil yavrusu gibi dağılıyoruz. Sonrasında Saint Bernard yine
baygın duruşuna geri dönüyor.
Biraz soluklanıp, güneş sıcaklığını azaltmaya başlayınca yürüyüşe çıkıyoruz. Gölün çevresi
Gölde gün batımı |
Akşama doğru dağların tepeleri dumanlanıyor. |
İyi bir akşam yemeğini hak ettik. Konakladığımız Büyük
Abant Otelinde yemeklerde yöresel tatlara da yer vermişler.
Turizmin önemli bölümlerinden biri de yemek. Artık herkes gittiği yöreye özgü yemekleri tatmak, yeni mutfaklar keşfetmek istiyor. Benim ilk tercihim yöresel tatları denemek oldu. Keşli-cevizli eriştesi, peynirli gözlemesi, bakla çorbası, sucuğu ve değişik otlarla yaptıkları salataları çok lezzetliydi.
Turizmin önemli bölümlerinden biri de yemek. Artık herkes gittiği yöreye özgü yemekleri tatmak, yeni mutfaklar keşfetmek istiyor. Benim ilk tercihim yöresel tatları denemek oldu. Keşli-cevizli eriştesi, peynirli gözlemesi, bakla çorbası, sucuğu ve değişik otlarla yaptıkları salataları çok lezzetliydi.
Yemeğin ardından göl kafeye iniyoruz. Göl kafede akşam canlı müzik var. Hava o kadar güzel ki dışarıda zaman geçirmeyi tercih ediyoruz.
Koro elemanları bir araya gelip, bugüne kadar öğrendiğimiz eserleri söylüyoruz. Abant’ın havasından mı suyundan mı, koromuz eserleri çok güzel seslendiriyor.
Geç saatte uykuya çekiliyoruz. Temiz hava
benim çabuk uyanmamı sağlıyor. Saat 6, biraz TV seyrediyorum, sıkılınca kendimi
dışarıya atıyorum. Tek başıma dolaşıp fotoğraf çekiyorum.
Ağaçlar bulutlarla arkadaş |
Kozalaklar |
Bazı arkadaşlar göl çevresinde dolaşmak için
bisiklet kiralıyor. Burada yapılacaklar listesine yürüyüşün yanına bisikleti de
eklemek gerek. Yol bir iki nokta hariç engebeli değil.
Sabah yürüyüşü için belirlediğimiz saatte
arkadaşlarla buluşuyoruz. Bu sefer oyalanmak yok, daha hızlı bir tempoda
yürüyüşü tamamlıyoruz. 1 saat 5 dakika. Bravo bize.
Sabahki yürüyüşte, piknikçilerin erkenden
gelip hazırlıklara başladığını görüyoruz.
Ancak, otomobiller çok hızlı geçiyor. Burayı
otoban sanıyorlar. Arkadaşlar göl çevresinin otomobillere yasaklanması fikrini
tartışıyorlar.
Sabahki göl gezimizde Saint Bernard’a tekrar
rastlıyoruz. Arkadaşıyla birlikte sakin sakin o da yürüyüş yapıyor.
Artık dönüş zamanı geldi. Defalarca gelebilirim
Abant’a, ancak tercihim karlarla kaplı Abant…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder