arabaları takmıyorlar. Bulgaristan sınırında Beğendik Köyü'nün inekleri
|
Biz de
Mahmutbey gişelerini yolculuğumuzun başlangıcı kabul ederek öğle saatlerinde
İğneada’ya varacağımızı hesap etmiştik. Otoban’da Edirne istikametine
ilerlerken Saray kavşağından giriş yaptık. Başlangıçta herşey iyidi, ancak cep
telefonunda Google maps’e çizdirdiğimiz harita bizi bambaşka bir istikamete
saptırdı. Önce köy yollarına girdik, buradan çıkmayı başardık bu sefer de orman
yoluna düştük. Yol toprak ve taşlıydı. Bir köylüye yolu sorduğumuz da bu yolun
daha çok off-road araçlarının kullandığını ve ilerde bir dereden geçmek zorunda
kalacağımızı söyledi. Kendisinden yeniden yol tarifi alıp geri döndük
Demirköy’e başka bir yoldan ulaştık. Trafik levhalarının doğru
yerleştirilmesinin çok önemli olduğunu araba yolculuklarında sık sık test
ediyoruz. Bizi yönlendiren levha bulmakta zorlandık bulduklarımız da yeterli
değildi.
Demirköy’e
vardığımızda Dupnisa mağarası tabelasını gördük. Yol üzerinde tarihi değeri
olan yerlere yönelik kahverengi tabelalar bulunuyor. Bunlarda da önemli bir
sorun var. Bu levhalar sadece yer ismini belirtiyor hedefe kaç km olduğu yazılı
değil. Saptığınız yol km’lerce sürebilir. Tıpkı Dupnisa’da olduğu gibi. Baktık
yol git git bitmiyor ortalıkta levha da yok. Geri döndük. Dönüşte levhaya
tekrar baktık, bizim gibi sorun yaşayan biri sevabına el yazısıyla 25 km
yazmış.
Molalar, yol bulma ve yol çalışmaları
derken İğneada’ya akşama doğru vardık. Yolculuğun tahallüm sınırlarımızı zorlaması
ve karşımızda çok güzel bir kasaba görememek bizi biraz üzdü.
Neyse
şanşımız varmış ki rezervasyon yaptırmadan deniz kenarındaki bir apart otelde
yer bulduk. Öncelikli amaçlarımızdan biri denize girmek olduğu için fırsatı
kaçırmadan kendimizi sahile attık. Hava rüzgarlı deniz de Karadeniz olunca bizi
dalgalar karşıladı. Deniz hemen derinleşiyordu, zemin kum olduğu için deniz
bulanıktı, ancak suyun sıcaklığı çok iyiydi.
Kısa
bir yüzmenin ardından dinlenip hava kararmadan İğneada’yı keşfe çıktık. İlk
olarak limana gittik. Burası çok bakımsızdı limanın üstündeki yolu takip ederek
yönümüzü Fener’e çevirdik. Yol üstünde liman ve deniz manzaralı restoranlar ve
yazlık siteler bulunuyor.
Limanköy’e varınca ilk olarak Fransızların 1866
yılında inşaa ettiği Fener’e gittik. Fransızların yaptığını öğrenince
Şile’dekine benzeyeceğini sandım ama alakası yoktu. Fener’in hemen altında
Türkiye’nin her köşesinde olduğu gibi yarım kalmış yatırımlardan bir örnek de
mevcut. Limanköyü güzel bir köy, içinde şirin bir butik otel de gördük. Ancak biz
gittiğimizde kapalıydı.
Sonra
geri dönüp İğneada merkeze ulaştık. Burası çay bahçeleri, meydanı ve dükkanları
ile küçük bir yazlık kasaba havasına sahip.
Akşam
yemeğini meydandaki Kardeşler Lokantası’nda yedik. Sonra sahildeki çay
bahçelerinden birinde oturup yaz akşamında rüzgarlı ve serin havanın keyfini
çıkardık.
Kasaba meydanındaki dondurmacıdan da rengarenk dondurma yemeyi ihmal etmedik. İğneada’da bulunduğumuz iki gün boyunca rüzgar hiç kesilmedi,
akşamları da serindi. Akşam çıkarken üşümemek için yanımızda bir şeyler
bulundurduk.
Ertesi
gün sabah erkenden kalktık, gelmeden okuduğum “burada deniz saat 11’e kadar
çarşaf gibidir” cümlesini hatırlayıp sahile indik. Hiç de öyle değildi, dünkü
gibi dalgalıydı, bunun üzerine limana yakın ve eskiden dinlenme tesisi olan
plaja gittik. Burada deniz dalgasız ve sığdı. Buradan denize girebiliriz
sevincimiz yarım kaldı. Plajı çok kötüydü, üstelik denizde de bol bol
denizanası vardı. İçimiz rahat etmedi, dün akşam girdiğimiz yere tekrar döndük.
Neyse ki burası dalgalı olmasına karşın güzeldi, istediğim kadar yüzebildim,
ancak deniz tehlikeli, dikkatli olmak gerek. Nitekim, biz dönerden sahile balık
adamlar ve ambulans gelmişti.
Sınır
köyü Beğendik’i görmeden dönmeyelim dedik. Beğendik, küçük şirin bir köy,
sahile ulaştığımızda gözlemeciler ve tenekede tavuk satan köylüler vardı. Biz
gözleme yedik, tenekede tavuk da bu yörenin bir yemeğiymiş. Sebzeli ve sulu bir
tavuk yemeği.
İğneada
merkezde yer alan bir fırından mart dokuzu kurabiyesi (bir çeşit kuru üzümlü
kurabiye) ve birkaç çeşit ekmek aldık. Ekmekler çok lezzetliydi, özellikle sarı
ekmek diye geçen durum buğdayından yapılan ekmekte aklımız kaldı.
Dönüş
yolunu iyice öğrendiğimiz için İğneada-İstanbul seyahati oldukça güzel geçti.
İstanbul il sınırlarına girdiğimizde 2 saattir yoldaydık. Eve varmamız 4 saati
buldu. İstanbul’a girişteki yoğun trafiği çıkarırsak İğneada-İstanbul arası 3
saatten de az olabilir.
Gelirken
değil ama dönüşte buraya bir kez daha gelmeyi düşündük Longoz ormanlarını, göllerini
keşfetmeyi istiyoruz. Rüzgarın olmadığı denizin sakinleştiği bir dönemi tercih
edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder